KentHafıza

“Yıkılmadım Ayaktayım Beyoğlu Haritasının” Peşinde Çağrışımlar ve Deneyimler

“Ve Beyoğlu, şehrin hayatına yapıcı ve yıkıcı çehreleriyle girer.”
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir

İki yıl önce bir gece vakti sosyal medyaya Ankara’nın sabık belediye başkanının İller Bankası Binası’nın yıkıntıları üzerinde zafer işareti yaptığı bir poz düşmüştü. Düştüğü gibi de beni çocukluğuma götürmüştü. Altın sarısı girişinin gözümün önünden gitmediği çocukluğumun binası, 25 yaşımda Ankara için gönüllü çalışmaya başladığımda kendisine yüklediğim diğer anlamlarla beraber yok olup gitmiş; yerine öfke, çaresizlik ve hafızamdan silinmeyecek bir zafer işareti pozu bırakmıştı. 2017’nin ekim ayında el birliği ile Ankara Keşif Haritası Pusula‘yı çıkarırken bir yandan aklımızda yok olan tarihi canlandıracağımız yeni bir haritanın hayali vardı. İller Bankası Binası da bu hayalin baş kahramanıydı. En azından benim için.

Bir yandan yok olanı hafızalarda diri tutmaya çalışırken öte yandan var olanın yok edilmesini önlemeye çalışan birçok hafıza gönüllüsü var. Örneğin Urban Obscura Ankara’da Altındağ ve Çankaya, İstanbul’da Şişli ve Beyoğlu ilçelerindeki mimari ve sosyo-kültürel değişimi haritalamak için çalışıyor. Kentin Hikayeleri iki Ankaraseverin çıkardığı, Ankara’dan rotalar sunan bir mobil uygulama. Ankara’dan en son çıkan harita ise tam da bizim yapmak istediğimizi yapan Şehir Plancıları Odası’nın Bilinmeyen Ulus haritası. Son olarak artık aktif olmasalar da Hafıza Kaydı’nın çalışmaları da bu alana önemli katkılar sağlamıştı.

Haritalama çalışmalarının yanı sıra hem Ankara hem de İstanbul’da gerçekleştirilen yürüyüşler de mekan ve hafıza çalışmaları açısından büyük önem taşıyor. İlk etapta aklımıza gelenler TED Üniversitesi Mimarlık ve Kent Çalışmaları yüksek lisans programının düzenlediği stüdyolar bünyesinde yapılan yürüyüşler, SALT’ın önceki sene düzenlediği “Hangi Denizin Çapası?” ve aramıza yeni katılan Ankara Aks’ın düzenlediği yürüyüş atölyeleri ile Urban Walks Ankara. İstanbul’dan Cins Adımlar’ın düzenlediği toplumsal cinsiyet ve hafıza yürüyüşleri ile Karakutu Derneği’nin yürüyüşleri de mekanları hafızada diri tutmaya çalışan etkinlikler. Bu yazıya konu olan, Mekanda Adalet Derneği’nin Yıkılmadım Ayaktayım Beyoğlu haritası da hafıza ve mekan ilişkisi alanındaki son kapsamlı çalışmalardan birisi.

Yıkılmadım Ayaktayım!

Geçmişten bugüne değin İstanbul’un çok kültürlülüğünü simgeleyen ve yaşatan Beyoğlu bu özelliği ile kentin önemli kolektif hafıza merkezlerinden birisi. Son yıllarda burada bir şeyler oluyor. İstiklal Caddesi’nde yaşanan dönüşümü doğrudan gözlemleme fırsatınız olmadıysa bile en azından çevrenizden bu dönüşüme dair şikayetlenmeler duymuşsunuzdur. Bölgede uygulanan kentsel dönüşüm ve soylulaştırma politikalarının ve zamanın getirdiklerinin de etkisiyle Beyoğlu sakinlerinin çevreye itelenmesi, akabinde bölgenin tarihi ve kültürel kimliğinin aşınması ile beraber bugün oluşan tabloda ıssızlaşan, yer yer uzak durulan, yalnız bırakılan bir mekan var. Kapanan dükkanlar, pasajlar, yıkılan binalar, kiralık ve satılık ilanları, açılan alışveriş merkezleri…

istanbul beyoğlu haritası, hafıza çalışmaları

Yıkılmadım Ayaktayım haritası ile Beyoğlu’nun soyut ve somut anlamda kimliğinin sürdürülmesi amaçlanıyor. Bugün var olmayan mekanların henüz hafızalarda yer almaya devam eden hikayeler ile yaşatılması amaçlanırken, gerçekleştirilmesi beklenen yeni projeler de haritaya eklenerek ayakta kalmaya devam eden mekanların üzerindeki “baskı” yansıtılmaya çalışılıyor. Son zamanlarda dillere pelesenk olan “İstiklal’in son hali ne olmuş öyle?” sorusu da kişisel hikayeler ile somutlaşıyor ve gerçekliğe kavuşuyor. Yıkılmadım, ayaktayım diyerek meydan okuyan haritanın temelde sorduğu ve cevap aradığı bir soru da var: Mekanlar kime ait? Bir başka ifadeyle, Beyoğlu kimin?

“Mekanın değişimiyle aidiyet hissi yerini kayıp ve yas gibi duygulanımlara bırakıyor”

Yıkılmadım Ayaktayım haritasında 17 kategoride 316 mekan listeleniyor. Bu mekanlardan 109’u bugün mevcut değil, kapanmış. 18’i ise değişime uğramış. Mekanların 167’si ise değişime uğramadan, ilk günkü halleriyle ve ilk günkü yerlerinde var olmaya devam ediyor. Mekanlara ilişkin anılar veya hissiyat internet aracılığı ile toplanmış ve hafızalardan süzülerek haritada kendine yer bulmuş. Harita; kalıcı bellek denilen, yani mekandaki deneyimlerin sadece kendi bileşenleri ile değil, içindeki fenomenlerle, ortam özellikleriyle ve yaşantılarla birlikte belleğe kaydedilmesi ile oluşan hafızayı dikkate alıyor. Başka bir deyişle mekanların varoluş amacına uygun biçimde deneyimlenmiş olmaları öne çıkıyor.

Yıkılmadım Ayaktayım haritası için toplanan ifadelerin bazılarını daha da somutlaştırmak, mekanlara dair toplanan ortak hafızanın bir anlamda pekişmesine kendi deneyimlerim ve bende yarattığı çağrışımlar üzerinden katkıda bulunmak istedim. Bu bağlamda Vakko, Robinson Crusoe 389, Ali Muhiddin Hacı Bekir ve Emek Sineması’nı ele aldım. Vakko’yu kapanması, Robinson Crusoe 389’u taşınması, Ali Muhiddin Hacı Bekir’i ilk günkü yerinde durması ve Emek Sineması’nı da yıkıldığı halde başka bir formda yeniden sürdürülmesi sebepleriyle seçtim. Her mekan için haritada yer alan ifadelerden yola çıktım.

Beyoğlu Vakko: “Camından bakıp hayal kurmak iyi olurdu”

Kapanan Vakko Mağazası için dile getirilen “Camından bakıp hayal kurmak iyi olurdu” ifadesinden ilk anda İstiklal’e bakan pencerelerin, Beyoğlu ile ziyaretçileri arasındaki ilişkiyi şekillendiren bir dinamik olduğu anlaşılıyor. 1962 yılında açılan Vakko, İstanbul’un o güne dek gördüğü en büyük mağaza olma unvanını taşıyordu. Vitali Hakko’nun ilk baskısı 1997 yılında çıkan otobiyografik kitabı Hayatım. Vakko.’da Beyoğlu’nun eskisi gibi olmadığından dem vurması Beyoğlu mağazasının kapanmasının da ayak sesleriydi aynı zamanda: “Nasıl bir anda, Beyoğlu yozlaşıyor diye, terk ederdik her şeyimizi borçlu olduğumuz bu mağazayı? Gerçekçi olmayabilir diretmem. Ama her insanın hayatında olduğu gibi, her kuruluşun da hayatında bazı ideallerin olması gerektir.”

Aynı zamanda Beyoğlu Güzelleştirme ve Koruma Derneği’nin başkanlığını da yapan Vitali Hakko kitabında Beyoğlu’nun kurtarılması için yapılabilecekleri de maddeler halinde öneriyordu. Kurtarmak ile ne kastettiğini şu şekilde ifade ediyor: “Beyoğlu’nu kurtarmak gerekiyordu. Kimden, neden kurtarmak? Her şeyden önce pislikten, çirkinlikten, tedhişten, porno sinemalardan. Ben de biliyordum, Beyoğlu, ne yaparsak yapalım eski Beyoğlu olamaz. Eski Beyoğlu bir nostaljidir ve öyle kalmalıdır.”

Hakko’nun hüzünlü siteminden anlaşılan, Beyoğlu her yeni gelenden, her yenilikten kurtarılmayı bekleyen bir mağdur, daimi dönüşümün hem hedefi hem de adresi. Tıpkı Midnight in Paris filminde herkesin altın çağı ve Paris’inin başka başka olması gibi, Beyoğlu’nun da herkes için altın çağı farklı.

Gelelim Ankara’ya. İstanbul’da Beyoğlu ile özdeşleşen Vakko’nun Ankaralıların hafızasında ise Tunalı Hilmi Caddesi ile özdeşleştiği söylenebilir. Beyoğlu mağazası gibi, Ankara ve İzmir mağazaları da Vitali Hakko için oldukça önemlidir. Ankara mağazasının bir önemi uzun yıllar boyunca Türkiye’nin en büyük özel galerisi unvanını taşıyan Vakko Ankara Sanat Galerisi’ni içermesiydi. Hatta Vitali Hakko için Ankara’nın bir diğer anlamı babasıyla ilintilidir. Babası için “Anafartalar’da Musevi Mahallesi denen yerde bir ev kiralamış, duyduğumuza göre ev işlerinde kendisine yardımcı olacak Musevi bir kadıncağız bulmuştu” dediği üzere babası Ankara’ya taşınacak ve hatta Ankara’nın aranan mobilyacılarından biri olacaktı.

Robinson Crusoe 389: “Hayatımda ilk ve tek bir yazarın imza gününe orada gittim: Etgar Keret”

Haritada Robinson Crusoe 389 için seçilen ifade bu. Robinson Crusoe 389 varlığını devam ettiriyor ancak ismini aldığı İstiklal Caddesi 389 numarada değil, SALT Beyoğlu-136 numarada. Nureddin ile geçtiğimiz ocak ayında bir mesai çıkışı saatinde gerçekleştirdiğimiz ve Lades Menemen, Kafe Ara ve SALT Beyoğlu’nu içeren mini İstiklal turumuzun ikinci durağıydı. Manifold’un posterlerini sessiz adımlarla geçerek camın önündeki iki sandalyeye kurulup kısa bir süre pek konuşmadan İstiklal’i izlemiştik. Tıpkı Vakko’nun camından bakan kişi gibi, İstiklal’e baktığımız bu pencere, bizim hafızamızdaki Beyoğlu ve onunla kurduğumuz ilişki açısından oldukça önemliydi.

Robinson Crusoe 389’un motivasyonu da Hakko ile benzerdi, tamamen çekilmek yerine “uzaklaşmadan direnmeyi” tercih etmişti. Direnme kararı sevindirici, ancak kaybedilen mekanla kitabevinin kimliğinden bir parçanın yitmesi ise üzücüydü. Zira Han Tümertekin’in mimari tasarımı ile kitabevinin kimliği zamanla iç içe geçmişti. Taşınma çağrısı yayımlayan kitabevi, gerekçesini “tektipleşme uçurumuyla karşı karşıya kalan istiklal caddesi’nin çokkültürlülüğünün bir parçası olarak, uzaklaşmadan direnebilmek için…” şeklinde açıklamaktaydı. Mekanın artık Beyoğlu’nun bir parçası olduğunu ve kişilere mal olduğunu vurgularcasına birlikte “taşınalım” çağrısında bulunan mekan “elden ele” taşındı. Kelimenin tam anlamıyla elden ele taşınması bile Robinson Crusoe 389’u vazgeçilemez bir hafıza mekanı yapmaya yetiyor.

robinson crusoe kitabevinin taşınması

Robinson Crusoe 389’un elden ele taşınması. (Hürriyet gazetesinden alınmıştır.)

Ali Muhiddin Hacı Bekir: “İstiklal Caddesi’ne her geldiğimde limonata veya demirhindi şerbeti içmek benim için bir ritüel!”

Ali Muhiddin Hacı Bekir şekercisi için “İstiklal Caddesi’ne her geldiğimde limonata veya demirhindi şerbeti içmek benim için bir ritüel!” demiş birisi. 1777 yılında kurulan iki yüz elli yıllık geçmişi ile dünyanın en eski 100 işletmesinden biri olan, Türk lokumunu dünyaya tanıtan bu şekercinin bir Ankaralının bile kişisel tarihinde yer etmiş olması çok ilginç olmamalı. Çalıştığım kurumun her sene Ramazan Bayramları’nda bir kutu Hacı Bekir lokumu hediye etmesi, hiç girmediğim bu dükkanı farklı bir ritüelin adresi haline getirdi. Hoş bir tesadüf olarak Ankara’nın çok az sayıdaki köklü işletmelerinden birisi de bir şekercidir, Ali Uzun Şekerleme.

Beyoğlu ile özdeşleşen diğer tatlı mekanı ise Füsun’un Kemal’e evlilik şartlarını sıraladığı İnci Pastanesi. Konuşmaları kısa bir sessizlikle bölündüğünde Kemal’in aklından “Çocukluğumda annemle çıktığımız Beyoğlu gezilerimizin önemli noktası olan küçük İnci Pastanesi otuz yılda hiç değişmemişti. Ama daha kalabalıktı ve konuşmakta da zorlanıyorduk” düşüncesi geçiyor. Kemal, Füsun ile buluşmadan evvel bir hediye almak için Vakko’ya, Beymen’e, başka bir iki dükkana girip bakıyor.

İnci Pastanesi eski yerinden taşınmadan evvel gidebildiğim için sevindiğim bir mekan. Hafızamda, sonraki gidişlerimde arayıp da yerinde bulamayınca adresini karıştırdığımı düşündüğüm ve tuhaf bir şekilde lezzetli bir profiterol yediğim yer olarak kazınıyor.

Böylece Hacı Bekir ile İnci Pastanesi’nin Beyoğlu’na eşit biçimde ait ve sahip olamayışlarına üzülüyorum.

Emek Sineması: “Sokakla mekan arasında doğrudan geçişin huzuru”

Emek Sineması haritada “Sokakla mekan arasında doğrudan geçişin huzuru” olarak ifade edilmiş. İlk etapta Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ında geçen “sinemadan çıkmış insanını” hatırlatıyor bu tarifleme biçimi: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.”

İlk adı Melek Sineması olan Emek Sineması, adını içerisinden geçerek sinemaya girilen Melek Apartmanı’ndan ve sinema ekranının iki yanına yerleştirilen melek figürlerinden alıyordu. 1958 yılında Emekli Sandığı’na devredilmesiyle birlikte ismi Emek Sineması olarak değişecekti. Cumhuriyet tarihinin ilk sinema salonu, bulunduğu kompleksin yenileme alanı içerisine alınmasıyla beraber başlayan yıkım süreci medyaya da sık sık yansımış olan tüm mücadelelere karşın 2013 yılında yıkılacaktı. Emek Sineması ismiyle yeni bir sinema salonu bugün Grand Pera’da hizmet vermektedir. Tıpkı iki dizesi bağlamından koparılarak sosyal medyada paylaşılan bir şiir gibi mekandan koparılan yeni Emek Sineması da kolektif hafızada eski anlamına karşılık gelmemektedir.

Yakın zamanda Beyoğlu Sineması için de benzer bir mücadele verilmişti, bu defa vefasızlığa karşı. Hafıza bazen nankördü. Bazen de sanki sadece kendinden olmayanın müdahalesine karşı beraber durulabiliyor, müdahale gidip de sular çekilince ortalığı yine bir ıssızlık kaplıyordu. Beyoğlu Sineması vefasızlık ile mücadele vermişti ve vefasızlık tüm dillerde tüm mahallelerde aynı anlama gelirdi. Benzer bir durum Ankara’da, Tunalı Dost Kitabevi’nin kapanmasında da yaşanmıştı. Şubenin kapanması Ankaralıları üzmüş ve ciddi bir tepkiye yol açmıştı. Ancak bu esnada şunu sormayı kimse unutmadı: “Tunalı Dost’tan en son ne zaman alışveriş yapmıştık?”. Beyoğlu Sineması’nın neden ayakta kalması gerektiğinin cevabı ise onun için verilen mücadelede gizli:

Bir Ankaralı, Beyoğlu Sineması’na destek kampanyasına neden katkıda bulunurdu?


Kapak Görseli:Didem Zeynep Ödemiş/TEDÜ | dzeynep.odemis@tedu.edu.tr

  • Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Dergah, 2016, s. 249.
  • Vitali Hakko, Hayatım. Vakko., 2004, link.
  • Yusuf Atılgan, Aylak Adam, YKY, 2013, s.18.
  • Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim, 2008, s. 506.
  • Kevser Uysal, “Emek sineması hikayesi”, Lacivert Dergi, Sayı: 39, link.
  • Nigar Pösteki, Sinema Salonlarının Dönüşümünde Bellek ve Mekan İlişkisi, link.

Yazıda Geçen Çentikler:

Seren Erciyas
Editör, Lavarla'nın kurucu ortağı ve genel koordinatörü.

Bir Cevap Yazın