Şehre Meydan Bırakmamak, III. Bölüm: Kızılay, Tandoğan, Zafer
Başkent Ankara dendiğinde, gerçek anlamda bir meydan olma vasfını çoktan yitirmiş olsa da en fazla akla gelen yerlerden birisi de Kızılay Meydanı’dır. Erken Cumhuriyet döneminde önce Lörcher tarafından öngörülen Kızılay Meydanı ilk başlarda Cumhuriyet ve Kurtuluş meydanları adını almıştır. 1929 Yılından itibarense meydanın kenarına Kızılay binasının yapılması ile birlikte meydan ve bölge Kızılay olarak anılmaya başlanmıştır. Meydanın adı daha sonraki dönemlerde yaşanan toplumsal ve siyasal olayların etkisi altında değişikliklere uğramaya devem etmiş olsa da halk arasındaki adı hep Kızılay Meydanı olarak kalmıştır. Lörcher’in dikdörtgen biçimli olarak düşündüğü Kızılay Meydanı’nı Jansen daha ziyade geniş refüjlerle düzenlenmiş bir taşıt kavşağı olarak değiştirmiştir. Yine de uzun yıllar boyunca Kızılay binası ve karşısında bulunan Güvenpark, Ankara’nın en önemli kamusal alanlarından biri olan Kızılay Meydanı’nın bir kavşağın ötesindeki bir yaşam alanı olarak var olmasını birlikte sağlamıştır.
1960’lı yılların sonuna kadar Atatürk Bulvarı’nda gelişen kent yaşamının bir uzantısı olarak kullanılan meydan, 1970’lerden sonra yapılan yol genişletme çalışmaları, otobüs durakları ve yapı nizamının çok katlıya dönüşmesi ile birlikte giderek nitelik değiştirmeye başlamıştır. Kızılay binasının önündeki park ile Güvenpark arasındaki ilişki kopmuş, Kızılay binasının 1979 yılında yıkımı ile birlikte de meydanın bir tarafı sağırlaşmıştır. Özellikle 1980’lerden itibaren Güvenpark’ın da dolmuş durakları ile bölünmesi ile birlikte Kızılay Meydanı’nı tanımlayan açık alanlar ortadan kalkmış, meydan tamamen bir trafik kavşağına indirgenmiştir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli defalar Güvenpark’ın altında dolmuş terminali yapılması gibi projelerin gündeme gelmesi, 2000’li yıllardan itibaren de güvenlik tehditleri ve terör saldırıları sebebiyle polis noktalarının kalıcı niteliğe bürünmesi sebepleriyle Kızılay Meydanı’nın yaya ile ilişkili boyutu tamamen unutulmuştur. Bir trafik kavşağı olarak da, kavşakta sola dönüşlerin yasaklanması, tek yön uygulamaları ve kavşaktaki dönel kavşağın kaldırılması yayaların kavşakla ilişkisini iyice koparmıştır. Özellikle 2003 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesinin Kızılay’da karşıdan karşıya geçmek isteyen yayaları metro alt geçidine zorlayacak bir uygulamaya girişmesi bu değişimin sembolik ifadelerinden birisi olarak tarihteki yerini almıştır. Bugün, Kızılay Meydanı’nda bir yayanın karşıdan karşıya geçmesi oldukça güçtür.
2000’li yılların ikinci yarısından itibaren günümüze kadar gelen süreçte Kızılay Meydanı daha çok Kızılay kent merkezinin değişen yapısı, Ankara Büyükşehir Belediyesinin çeşitli vesilelerle gündeme getirdiği Güvenpark’ın altına girme ve dolmuş duraklarına bu şekilde yer verme unsurlarıyla gündeme gelmeye devam etti. Meydanın üstünde yapılan çeşitli peyzaj düzenleme elemanları (bitki süslemeli saat, çiçek şeklinde aydınlatma elemanları) dışında Kızılay’ın bir meydan olarak geliştirilmesine ve düzenlenmesine ilişkin neredeyse hiçbir çalışma yapılmamıştır. Günümüzde Kızılay Meydanı aşırı yoğun bir araç trafiği kavşağı olmaktan öteye gidememektedir.
Cumhuriyet Dönemi planlama çalışmaları kapsamında tasarlanan ve günümüze kadar değişerek de olsa varlığını sürdüren meydanlardan birisi de Tandoğan Meydanı’dır. Lörcher ve Jansen Planları’nda trafik yolu dışında bir yaya meydanı olarak tasarlanan meydan gerçekleştirilmiştir. Ancak, Tandoğan bölgesinin Ankara kenti için bir yaşam alanı haline gelmesi 1950’li yılları bulduğu için meydanın da Ankaralılar tarafından kullanılan bir meydan halini alması belli bir zaman almıştır. Geçmiş yılların kartpostallarında ve fotoğraflarında görünen Tandoğan Meydanı bir dönem Ankara’nın talihsiz “Su Perileri” heykeline de ev sahipliği yapmıştır.
Tandoğan Meydanı, etrafındaki Üniversite kampüs alanlarının, kamu kurumlarının gelişmesi ve Anıtkabir’in de doğal bir çekim merkezi haline gelmesiyle 1980’li yıllarda kentlilerin yoğun olarak kullanmaya başladığı bir alan haline gelmiştir. Ancak, 1990’larda Ankaray inşaatı sonrasında Ankaray istasyonlarının karşılıklı olarak yerleştirilmesi ile başlayan bir süreçle meydan niteliğini yitirmeye başlamıştır. 2000’li yıllarda değişen belediye yönetiminin, görsel ve estetik olarak alana koyduğu porselen sürahi heykeli ile değişen bir anlayışın etkisi altında kalmaya başlayan meydan giderek kent içerisinde niteliksiz bir bekleme alanı ve yeşil alana evrilmiştir. Her ne kadar siyasi parti ve sendika mitinglerinin vazgeçilmez mekânlarından olsa da meydan, kentlinin gündelik yaşamında bir meydan olarak anlamını yitirmiştir. Son olarak da geçmişle ideolojik bir hesaplaşma sürecine konu olmuş ve Tandoğan ismi “Anadolu” olarak değiştirilmiştir. Halk arasında meydan hala Tandoğan olarak anılsa da bu isim değişikliği de meydanın algısına yapılan siyasal müdahaleye işaret etmektedir.
Bu yazıda ele almadan geçemeyeceğimiz son meydan da Zafer Meydanı olacak. Yine Lörcher ve Jansen Planlarında tasarım olarak benzer şekilde yer alan Zafer Meydanı, Sıhhiye Meydanı ile Kızılay Meydanı arasında öngörülmüş ve gerçekleştirilmiştir. 1927 yılında Pietro Connonica’nın heykeltıraşlığını yaptığı anıtla karakteristiği oluşan meydan, bulvarın her iki tarafında ayrılmış kare şekilli iki yaya meydanı ile tasarlanmıştır. Atatürk Bulvarı’nın her iki yanının yapılaşma ile kaplanmadığı dönemde inşa edilen meydan cumhuriyetin ilk döneminde Sağlık Bakanlığı yapısı ile özdeşleşmiştir. İlerleyen yıllarda ise, özellikle de 1980’lere kadar Atatürk Bulvarı’ndaki canlı yaşamın bir parçası haline gelen Zafer Meydanı, Ankara’da uzun bir süre meydan vasfını koruyan alanlardan olmuştur. Ancak, 1980’li yıllara gelindiğinde Ankara Belediyesinin meydanın bir tarafının altını kazıp yer altı çarşısı haline getirmesi sonrasında çarşının üstünde kalan kısım atıl ve kullanılmayan bir alan haline gelmiştir. Kimi zaman belediyenin çeşitli amaçlarla kullandığı çarşı üstü alan ne yazık ki artık Ankaralıların gözünde bir meydan olmaktan çıkmıştır. Meydanın diğer kısmı ise halen bir park olarak kullanılmaya devam etmektedir. Danıştay gibi önemli kamu kurumlarının da etkisiyle bu kısım aktif bir şekilde kullanılmaya devam etmektedir. 2000’li yılların ortalarında Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Atatürk Bulvarı’nın zincirli havuzlarla ortadan ikiye bölünmesi de Zafer Meydanı’nın niteliğini zedelemiştir. Genel olarak Zafer Meydanı’nın da tasarlandığı haliyle kalamadığı, bir bütün olarak meydan vasfı ile kullanılamadığı söylenebilir.
Başlarken kısa bir şekilde anlatmaya niyetlendiğim ancak beklediğimden uzun tutan bu yazıyı daha da uzatmak mümkün. Çünkü bu yazıda değinmediğim Sıhhiye, Yıldız, Cebeci gibi daha pek çok meydan ya hiç tasarlanmadılar ya da değişen ulaşım politikalarının etkisi altında araç yollarının altında kaldılar. Onlara değinmesek bile bu yazı kapsamında kalan meydanların artık Ankaralıların gündelik yaşamında tam bir kentsel kamusal alan niteliğine sahip olamadıklarını söylemek mümkün. Bu noktaya uzun yıllarda gelindi. Cumhuriyet’in başında öngörülen pek çok meydan varlığını sürdüremedi ve yozlaştırıldı. Oysa en azından bugün kentin meydanlara ihtiyacı olduğu şeklinde bir oydaşma var gibi görünüyor. Ancak, bu oydaşmanın taraflarının samimiyetle, bilimsel ve estetik alanlarının yol göstericiliğinde ilerlemesi gerekiyor. Yoksa adı ve tabelası “meydan” olsa da kendisi kentliler tarafından meydan kabul edilmeyen alanlar ve yapılarla dolacak Ankara. Peki, nereden anlayacağız mevcut ya da yeni bir alanın meydan olduğunu? İki soruya yanıt arayarak. Birincisi bu meydanda aylaklık etmek ister miyiz, ikincisi de o meydanın o kentten bağımsız görüntüleri, tatları, kokuları ve bir tarifi olabiliyor mu? Bu soruları yanıtlayabilirsek mevcut durumu değiştirmeye başlayabiliriz.
Yazının diğer bölümleri için başlıklara tıklayınız:
Şehre Meydan Bırakmamak, I. Bölüm
Şehre Meydan Bırakmamak, II. Bölüm: Ulus, Hükümet, Hergele(N)