KentHafıza

İki ODTÜ konserini anımsama deneyimi: Tolga Çandar ve Timur Selçuk

Ankara’da altı yıl yaşadım. Beş yılı ODTÜ’de, bir yılı Bilkent’te, üç yılı 8. Yurtta; iki buçuk yıl Küçükesat, bir dört ay kadar da Keçiören Şose, Çocuk Islahevi durağında. O yaşa kadar yaşadığım Soma’dan sonra gözlerim orada açıldı. Karakterimiz orada şekillendi, kendi ayaklarımızın üzerinde durmayı da orada öğrendik, sorulara yanıt vermeyi de. Hocalarımızdan çok şey öğrendik, ama asıl birbirimizden öğrendiklerimiz çok öğreticiydi. Öğrencilerin kendi kendine yönettiği topluluklarda kuşaktan kuşağa aktarılan değerleri öğrendik.

Örneğin kasetlerimiz vardı, kasetlerimizi paylaşarak birbirimizin müzik zevklerinden çok şey öğrendik. Siz hala kasetlerinizi saklıyor musunuz bilmiyorum ama ben hala saklıyorum, hatta Shades ve Dorian Gray’de kaydedilen kasetlerden bile var bir çekmecede. Sadece kasetlerime değil aynı zamanda plaklarıma, daha sonra aldığım CD’lerime ve son olarak dijital koleksiyonlarıma gözüm gibi bakıyorum çünkü hepsi farklı dönemlere ait anıların taşıyıcıları, daha doğrusu ev sahipleri, kim bilir belki de bekçileri. Diğer yandan konserlerine gittiğim, canlı izleme şansına sahip olduğum müzisyenlerin bıraktığı iz ise apayrı. Yıllar geçse de unutulmuyor. Bu konuda da ODTÜ’nün bize sağladığı açılımlar harikaydı.

Örneğin iki yıl önce Kasım ayında yitirdiğimiz Timur Selçuk, canlı dinleme şansına sahip olduğum müzisyenlerden biriydi. Aynı zamanda 1 Ekim 1987’de aldığım albümü Timur Selçuk 3 hala arşivimde ve ölümünden sonra bir kez daha çıkarıp bu kasetinden dinledim en sevdiğim şarkılarını. O dönemde sevgili Besim Can Zırh benim de gittiğim konserden bir şarkı kaydı paylaştı. Sonrasında sorduğumda bir arkadaşında bant kaydı olduğunu belirtti. Keşke tamamını dinleyebilsek derken, konserin tamamının dijitalize edilmiş bir kaydı paylaşıldı ve ben gözlerim dolarak konser kaydını bir kez daha dinledim. Mimarlık Amfisinde izlediğim ilk konser bu değildi ve bu vesileyle ODTÜ’de öğrenci olduğum yıllar boyunca yaşanan değişimi sizlerle de paylaşmak istedim.

Timur Selçuk

Timur Selçuk, 1991 ODTÜ Konseri Bileti. Kaynak: Mengilibörü Arşivi.

Mimarlık Amfisi’nde, 12 Eylül gölgesinde

Mimarlık Amfisi’nde dinlediğim ilk konser bir Tolga Çandar konseriydi. O yıllarda hem Çağdaş Türkü hem de ilk solo çalışması olan Türküleri Egenin albümünü severek dinlediğimiz Tolga Çandar, aslında hala bir ODTÜ İnşaat Mühendisliği uzatmalı öğrencisiydi. 8. Yurtta anlatılan hikayelerden birisi de kendisinin daha önceki yıllarda karşı odada kaldığıydı. Yurda ilk girdiğimde mezun olma durumunda olan uzatmalı öğrencilerden Hacı Abi anlatmıştı. Velhasıl 1988’de mezun olma durumuna gelmiş ve gitmeden bir veda konseri organize edilmişti. Organizasyonda Türk Halk Bilimi Topluluğu (THBT) vardı diye hatırlıyorum ama tam da emin değilim. O dönemde Çandar’ın topluluğa uğradığı konuşulurdu. Kültür İşleri Müdürlüğünde satışa çıkan biletlerden sınıf arkadaşlarım Jale Didinal ve Şule Alan sayesinde ben de bir tane edinip “Ben bu elden gider oldum kalanlara selam olsun” konserinde yerimi almıştım. O yıllarda 12 Eylül’ün ağır baskısı hala hissediliyordu ve duyduğumuz kadarıyla bu konser için de sadece türkülerden oluşan bir repertuvar hazırlandığı ve böylelikle izin alınabildiği söyleniyordu. Tolga Çandar solo bağlamasıyla çıktığı konserde, sevilen türkülerini harika bir şekilde seslendirmişti. Program bitince alkışlar susmadı ve Çandar’ın bir an tereddüt ettiğini ve en önde oturan Kültür İşleri Müdiresi Tüzün Denli’ye doğru baktığını hatırlıyorum. Tüzün Hanım da diğer seyircilerle birlikte tempo tutmaya başlayınca Çandar da rahatlayıp devam etmişti. Sanırım Çandar organizasyonda yer alanları zor durumda bırakmak istemiyordu ve hemen herkes daha kontrollüydü.

ODTÜ Mimarlık Amfisinde dinlediğim bir diğer konser Timur Selçuk konseriydi. O konseri de özel kılan 12 Eylül sonrası verdiği ilk konser olmasıydı. Onun için de yine sınırlı sayıdaki biletlerden temin etmiş ve yerimizi almıştık. O gün bilet bulamayan arkadaşlarımız, konser başlamadan önce Mimarlık Amfisi kapısının devasa camlarını kırarak içeri girmişlerdi. Koltukların yanında tüm merdivenler doluydu ve hatta birkaç kişinin sahnenin kenarında oturduğunu hatırlıyorum. Bununla birlikte seyircinin kalabalıktan ağırlaşan havaya rağmen çıt bile çıkarmadan, pür dikkat konseri izlediğini hatırlıyorum; bir de Timur Selçuk’un sakin sakin konser programını anlatmasını ve sadece piyanosuyla su gibi akan mükemmel performansını. Neredeyse otuz yıl geçmiş ama tekrar dinlerken bütün bunları yeniden yaşadım. İki konser arasında üç yıl vardı, ama sanki çok daha uzun bir zaman geçmiş gibiydi. Birinci konserde hala 12 Eylül’ün tedirginliği varken ikinci konser baştaki cam çerçeve seslerine rağmen daha rahat geçmişti. Sonuçta hemen herkes sakin sakin bir diğerini rahatsız etmeden ve gözünü bile kırpmadan konseri izlemişti. Hasret sanırım böyle bir şeydi, o performanstaki her şeyi içimize çekmiştik.

Timur Selçuk önemli bir müzik insanıydı. Aileden gelen klasik geleneği mükemmel bir şekilde yeni döneme uyarlamış ve hayatımızın her aşamasında; ayrılırken, özlerken, sevinirken ve mücadele ederken duygularımıza tercüman olabilmiş bir sanatçıydı. Bahsi geçen albüm de benim için çok önemliydi. Çünkü hem Ankara’da öğrenci olarak aldığım ilk albümdü hem de genç bir üniversite öğrencisi olarak Türk şiirini ve şairlerini tanımama vesile olmuştu. Gerçekten de Türk şiirinin pek çok önemli eseri, Attila İlhan’dan Faruk Nafiz Çamlıbel’e, Ümit Yaşar Oğuzcan’dan Nazım Hikmet’e pek çok şairimizin şiirleri onun şarkılarıyla bambaşka bir seviyede daha da geniş kitlelere ulaştı. Besteleri, beğenmeyenler olsa da icrası kendine has bir enerjiye sahipti ve sizi rahatlıkla içine çekerdi.

Bu vesileyle hem bu albümü hem de diğer şarkılarını tekrar dinledim. İki yıl önce yazmaya başladığım ve bir kenarda kalan bu yazıyı nihayetlendirirken, bir kez daha aslında ne kadar şanslı olduğumuzu düşündüm. Bir müessese olarak üniversiteler sadece bilgi ve diploma veren ve meslek sahibi eden yerler değil. Bizim geldiğimiz bağlamların sınırlarını aşmamıza vesile olan, sorgulayan, yanıt arayan bireyler olmamızı ve özellikle de hayata başka bir açıdan bakmamızı sağlayan ve ufuk açan müesseseler. Başkalarını bilmem ama ben üniversitelerin bu misyonunun hala çok önemli olduğunu düşünüyorum ve tüm öğrencilerime, soran ve sorgulayan bireyler olmaları yanında birbirlerini tanımalarını ve deneyimlerini paylaşmalarını da öneriyorum. Günün sonunda her yeni insan yeni bir penceredir.

Gökhan Orhan
Soma'da doğdu. Lisans öğrenimini ODTÜ SBKY Bölümünde, yüksek lisans ve doktora öğrenimini Essex Üniversitesinde tamamladı. Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesinde çevre politikaları ve politika analizi dersleri veriyor. Aynı zamanda doğa yürüyüşçüsü, voleybol meraklısı, yemek düşkünü, müzik dinleyicisi ve film izleyicisi.

    Bir Cevap Yazın